Tarihe Tanıklık Eden Şehir:

Gazimağusa

CANBULAT MÜZESİ

Bu küçük müze, KKTC’nin incisi Gazimağusa şehrinin kale içi olarak adlandırılan bölgeyi çeviren surların güneydoğu ucunda bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’ı ele geçirmesinden önce Venedikliler tarafından cephanelik olarak kullanılmaktaydı. Bu müzeye adını veren Canbulat Bey, Yavuz Sultan Selim zamanında Kilis bölgesine yerleştirilmiş ve kendisine burası yurtluk olarak verilmiş bir sancak beyi idi. Lefkoşa’nın Osmanlılar tarafından fethi sırasında gösterdiği üstün başarı sebebiyle o sıralarda Anadolu Beylerbeyi İskender Paşa’nın tavsiyesi ile Mağusa’nın fethinde de yer alır. Gerçekte Mağusa’nın fethinde şehit olmuş çok sayıda Osmanlı kumandanından birisi olduğu tahmin edilen Canbulat Bey hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak Canbulat Bey’in Mağusa kuşatmasında rivayet edilen efsane oldukça dikkat çekicidir.

Rivayete göre Venediklilerin kale savunması için kapıya inşa ettikleri, keskin bıçaklarla donatılmış, çark biçiminde ve dönen; bu sebeple de dışarıdan kimsenin içeri giremediği kapıya Canbulat Bey atını sürer ve çarkın içine girer. Çarkta kafası kesilip bedeninden ayrılan Canbulat Bey kafasını koltuğunun altına koyar ve kılıcını eline alarak atına biner. Bunu gören Osmanlı askerlerini cesaretlendiren bu durumla beraber kale fethedilir.

Efsanenin bir başka versiyonunda ise Canbulat Bey herhangi bir silah ya da zırh kuşanmadan, elinde bir tek Türk bayrağı ile bu çarka yürür. Başı kesilmesine rağmen elindeki bayrakla dimdik yürümeye devam eder. Bu durumu gören Venedikliler dehşet içinde geri çekilirler ve çark bu sayede durur. Çarkın durmasıyla beraber Osmanlı askerleri kaleye girerek Mağusa kalesi fethedilmiş olur.

1968 yılında Canbulat Paşa Türbesi ile birlikte müzeye dönüştürülmüş ve geçirdiği restorasyonlar sonrasında günümüzdeki halini 2008 yılında almıştır. Müzeye giriş ücreti makul seviyelerde. İçeride sizi bekleyen eserler daha çok Mağusa’nın ve Kıbrıs’ın fethi sırasında ve ileri dönem Osmanlılarda kullanılan araç, gereç, askeri ekipmanlar, kıyafetler, canlandırmalar ve Venedikli askerlerin temsili kıyafetleri sayılabilir. O dönemlere ait yaşam biçimine, savaş malzemelerine ve tarihe ilgi duyanlara ve bir soluklanma noktası olarak herkese tavsiye edilir.

LALA MUSTAFA PAŞA CAMİSİ

Yıllara meydan okuyan bu muhteşem yapı Gazimağusa şehrinin kale içi olarak bilinen bölgesinde bulunmaktadır. Aziz Nikolas Katedrali olarak da bilinmektedir. İlk olarak Fransız Lüzinyan Hanedanlığı döneminde 1300'lü yılların başında inşa edilmiştir. 1571 yılında şehrin Osmanlılar tarafından fethedilmesi sonrası bu katedral camiye çevrilerek ismi Mağusa Ayasofya Cami olarak değiştirilmiştir. KKTC’nin en büyük iki camisinden birisidir.

Bu yapı Fransa’da Reims katedrali ile büyük benzerlikler gösterir. Osmanlı kuşatması sırasında hasar görmüş olup daha sonra mihrap ve minare eklenmiş, içerisindeki azizlerin resimleri ve freskler sıva ile kaplanarak cami haline getirilmiştir. Ancak dış mimarisi ilk Gotik mimarinin ender görülen örneklerinden birisidir. Cami girişi Namık Kemal meydanına açılır, yaya girişlerine açıktır ve açık alanda birçok kafe mevcuttur.

Lala Mustafa Paşa camisinin avlusunda yaklaşık 15 metrelik boyu ile şehrin anıtsal özellikli doğal mirası sayılan en az 720 yıllık olduğu düşünülen bir cümbez ağacı mevcuttur ve bu ağaç KKTC’de bilinen, yaşayan en yaşlı ağaçtır. Cümbez, KKTC’de nadir olarak görülen tropik bir incir çeşididir. Bu ağaç, sahip olduğu ihtişamı ile birlikte özellikle sıcak yaz aylarında camiyi ziyarete gelenleri bir hayli serinleterek ziyaretçileri kendisine hayran bırakmaktadır.

ZAMANDA YOLCULUK: MARAŞ BÖLGESİ 

Maraş veya Varoşa, 1974 yılı öncesi nüfusunun büyük çoğunluğunu Kıbrıslı Rumların oluşturduğu, Akdeniz’in LasVegas’ı benzetmelerinin yapıldığı, o dönemin en ünlü tatil beldelerinden birisiydi. Sahip olduğu muhteşem sahillerin kumlarının Mısır çöllerinden getirildiği söylenen, İngiliz Kraliyetine ait o dönemin ilk 7 yıldızlı otelinin, Sophia Loren’in yazlığının bulunduğu ve daha birçok dünyaca ünlü yıldızın müdavimi olduğu ama şu an sanki zamanın 1974 yılında durduğu bir hayalet şehir... Muhteşem kumsalları ve terk edilmiş çok sayıda lüks otelleri ile birçok binada o dönemde yaşanan çatışmaların izleri hala mevcuttur. Hatta bu terk edilmiş oteller öylesine doluymuş ki ele geçirilen rezervasyon kayıtlarından 20 yıl sonrasına bile rezervasyon yapıldığı görüldüğü söylenir.

Şu an içerisinde aktif olarak kullanılmakta olan BM binası, Mağusa orduevi ve bir adet yurt bulunmaktadır. Ekim 2020 tarihine kadar sadece askeri personelin, yurtta kalanların ve giriş kartı olan taksilerin girişlerine müsaade edilen Maraş bölgesi bu tarihten itibaren sadece belirli 1.5 km.lik kıyı şeridi boyunca herkese açık bir hale getirildi. Günümüzde saat 08:00-20:00 saatleri arası yaya trafiğine açık olan, zamanın 1974’te durmuş olduğu bu bölgede bisiklet kiralanıp güzel Gazimağusa havası eşliğinde turlanabilir. Terk edilmiş binaların içlerine girip oraları keşfetmek için yanıp tutuşsanız bile bu arzunuzu bir şekilde dizginlemeniz gereklidir. Zira hem güzergah dışına çıkmak yasaktır, sadece belirlenen ana yollar ve sokaklarda dolaşabilirsiniz; hem de ziyaret ettiğinizde dikkatinizi çekecektir; her binanın önünde binalara girmenin yıkılma tehlikesi dolayısıyla yasak olduğu şeklinde uyarı tabelaları mevcuttur. Bu bölge size post apokaliptik filmlerdeki terk edilmiş bir şehirde dolaşıyormuş hissini kah hüzünle kah heyecanla yaşatır. Maraş bölgesinin terk edilmiş sokaklarında sağlı sollu ünlü markalara ait mağazalara, kepenkleri kapalı, içinde hala 1974 model arabaların bulunduğu söylenen galerilere, o dönemde yapılmakta olan ancak yarım kalmış inşaatlara bakarken insan ister istemez adeta zamanda yolculuk ettiğiniz hissine kapılacaksınız. 

ST. BARNABAS MANASTIRI VE İKONA MÜZESİ 

Gazimağusa bölgesinin tarihi olduğu kadar kültürel ve dini yapıları arasında en etkileyicilerinden birisi ve zamanında Kıbrıs Ortodoks Kilisesinin merkezi olan bir yapıdır. İlk zamanlarında kilise olarak kullanılan bu yapı sonrasında manastıra dönüşmüştür. Aziz Barnabas Manastırı bünyesinde ikona müzesine dönüştürülmüş bir kilise, Aziz Barnabas’ın mezarının bulunduğu bir şapel ve Neolitik çağdan Roma ve Bizans dönemine kadar olan döneme ait arkeolojik eserlerin sergilendiği manastır odaları bulunmaktadır. Hristiyanlık dünyası için oldukça büyük öneme sahip olan bu kutsal alanın tarihi 5. yüzyıla kadar dayanmaktadır. Ancak 7. Yüzyılda karşılaştığı Arap akınları ile çok ciddi hasar görmüş, yapılan ilk kiliseden sadece birkaç kalıntı günümüze ulaşabilmiştir. Şu an kilise olarak bulunan bina sadece 1750’lerden kalma.

Aziz Barnabas’ın hikayesi ilginç. Kıbrıs doğumlu olduğu ve Kudüs’te eğitim gördüğü rivayet edilen Aziz Barnabas, eğitimi sonrası Kıbrıs’a döner ve Hristiyanlığı yayma misyonuna başlar ancak bu durumdan rahatsız olan vatandaşları tarafından öldürülüp daha sonra denize atılmak üzere bataklık bir alana saklanır. Bu durumu takip eden öğrencileri cesedi saklandığı yerden çıkartarak gizlice Salamis’te bir yeraltı mağarasına gömerler ve cesedin göğsüne de St. Mathews’ün incilinin bir kopyasını bırakırlar. Uzun yıllar gömüldüğü yer bilinmediği için bulunamaz ancak yaklaşık 400 yıl sonra Piskopos Anthemios mezarın yerini rüyasında gördüğünü iddia ederek gördüğü yerin açılmasını sağladı ve bulunan cesedin üzerinde bulunan St. Mathews’un incili dolayısıyla cesedin Aziz Barnabas’a ait olduğu anlaşıldı. Bu keşifle beraber Psikopos Anthemios İstanbul’a giderek o dönemin Bizans İmparatoru Zeno’yu bilgilendirir ve imparatordan o bölgeye manastır yapılması için yüklüce bir bağış ve Kıbrıs kilisesi için de özerklik elde etti.

Barnabas incili, varlığı halen büyük bir muamma olan ve hakkında ciddi tartışmaların sürdüğü bir incildir. Bu incilin İznik konsili sonrası kabul edilmiş 4 incilden en önemli farkı Hz. İsa zamanında yaşamış ve onunla direkt temasta bulunmuş olan Aziz Barnabas tarafından yazılmış olduğu rivayetidir. Şu an kabul gören bu 4 incil Hz. İsa’dan asırlar sonra yazılmıştır ve bilinen İslam bilginlerinin eserlerinde de bu dört incilden başka bir incilin varlığından bahsedilmemektedir. 6. Yüzyıla dayanan Gelasius Kararnamesinde ilk olarak Barnabas incilinden bahsedilmektedir.  Her ne kadar bu incilin Hristiyanlığın erken dönemlerinde elden ele dolaştığı rivayet edilse bile 16. Yüzyıla kadar bir nüshası olduğu bilinmiyordu ki bu nüsha üzerinde de bunun gerçek Barnabas incili olduğu yönünde ciddi şüpheler vardır. Günümüze ulaşmış Barnabas incili olduğu iddia edilen çevirilerde Hristiyan inancı ile ciddi şekilde ters düşen ve Hristiyan dünyasınca kabul edilmesi mümkün olmayan ifadeler olduğu söylenmektedir. Hatta bunun 16. Yüzyılda yazılmış olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır.